İstanbul’da casusluk savaşları: İstihbarat belgeleri kimin eline geçti?
Burak Akgüç’ün kaleme aldığı Cemil Arıkan serisinin son romanı ‘Talihsiz Bir Hadise’ Oğlak Yayınları tarafından yayımlandı. Akgüç’le tarihi kurgu, polisiye romanda üslup ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’un içinde bulunduğu bol casuslu günleri konuştuk.
1940’lı yıllarda yaşananlar insanlık için büyük katliam olarak
tarihe geçti. Faşist Hitler’in başını çektiği İkinci Dünya
Savaşı’nda Türkiye, bürokratik hamlelerle tarafsızlığını korudu
fakat İnönü başkanlığındaki hükümet savaşın ülkeye sıçrama
ihtimaline karşı bir dizi önlem aldı. İstanbul’da ise başka bir
hazırlık vardı…
Hem İngilizlerin hem de Almanların gizli ajanlarının cirit
attığı, birbirini gözetip çeşitli tertipler içinde olduğu İstanbul,
patlamaya hazır bir bombaydı. Gizli belgelerin, istihbarat
notlarının elden ele geçtiği, savaşın gidişatını değiştirecek
bilgilerin saatler içinde yer değiştirdiği şehirde gerçekleşen
beklenmedik bir ölüm her şeyi alt üst etti.
Burak Akgüç’ün kahramanı Cemil Arıkan, son macerası ‘Talihsiz
Bir Hadise’de İstanbul’un bu gerilim dolu günlerine odaklanıyor ve
casusluk savaşları içinde hayatta kalmaya çalışan bir şehrin
fotoğrafını çekiyor. Sokak sokak, insan insan…
“Benim amacım, savaş dönemi İstanbul’unu anlatmaktı. Bunu
yaparken, savaşın içindeki önemli unsurları kullanmaya çalıştım.
Casusluk da bunlardan biriydi” diyen Akgüç’le ‘Talihsiz Bir Hadise’
ekseninde polisiye edebiyatın güncel durumunu ve tarihsel kurguyu
konuştuk.
Burak Akgüç.
Cemil Arıkan karakterinizin yine başrolde olduğu 3.
kitabınız ‘Talihsiz Bir Hadise’ diğer iki romanınız gibi tarihsel
bir arka planda ilerliyor. Buradan başlayalım. Dönem polisiyesi
yazmanın zorlukları ve metinde yarattığı imkanlar
nelerdir?
Dönem polisiyesi yazmanın önemli avantajlarından biri, okuru bir
başka zaman ve dünyaya götürme olanağını yazara vermesidir. Seçilen
dönemin ilginç unsurlar ve olaylar içermesi, merak uyandıran
öyküler ve karakterler yaratma hususunda yazarın elini
kolaylaştırır. İkinci Dünya Savaşı esnasında İstanbul işte böyle
bir yerdi. Savaşın dışında ama kıyısındaki bu büyük şehir,
Avrupa’dan gelen zengin veya fakir mülteciler, gizli servis
elemanları, istihbarat tacirleri ve kozmopolit yapıya sahip
nüfusuyla son derece renkli bir görünüm arz etmekteydi. Pera’daki
gece hayatı, eski ihtişamını kaybetmiş olsa da, savaş boyunca devam
etmiş ve yaşanan nice ilginç olaya güzel bir arka plan
oluşturmuştu. İşte böyle bir dönemde yazar için en önemli iş,
öykülerini türettiği gerçek olaylar ile kurgu arasındaki dengeyi
iyi oluşturmaktan geçiyor; okura bir yandan o dönem hakkında fikir
vermek, diğer yandan onun ilgisini canlı tutacak, gerçekle bağı
kopmamış öyküler yazabilmek için bu şart. Bunun için de detaylı bir
araştırma ve ön hazırlık yapmak gerekiyordu. Biraz zahmetli ama
oldukça zevkli bir iş olduğunu söyleyebilirim.
MERAK UNSURU NASIL KORUNUR?
Polisiye, türü itibariyle merak unsuru üzerine
şekilleniyor. Merak duygusunu diri tutarken nasıl bir yol
izliyorsunuz?
Merak duygusunu yüksek tutmak için birkaç şeyi bir araya
getirmek gerekiyor. Bunlardan birincisi öykünün niteliği; öykü,
okura önemli bir olayın içinde olduğu hissini vermeli. Savaşın
gidişini veya savaşın içindeki önemli kişilerden birinin kaderini
etkileyecek çapta bir olayla karşı karşıya olduğunu hissettiği
sürece okurun ilgisi canlı kalacaktır. İkinci önemli husus kurgu;
yazar öyküyü anlatırken, okurun önüne hangi soruları koyacağı ve
cevapları nasıl bir sıra içinde vereceğini kurguya şekil verirken
belirler. Romanı yazmaya başlamadan önce bunu netleştirmek ve ilk
on sayfa içinde okurun merakını yakalamak kanımca çok önemlidir.
Bir başka husus karakterler ve onların arasındaki ilişkidir.
Özellikle ana karakterlerin, özgeçmişleri ve kendine has fikir ve
davranışları ile canlı birer varlık olarak önümüzde durmaları ve
öyküye yön vermeleri, kurguyu tamamlayıcı bir unsur olarak
görülmeli ve yazar bu hususta özel bir çaba harcamalıdır. Kurgu ne
kadar iyi hazırlanmış olursa olsun, en nihayetinde karakterler okur
üzerinde etki bırakacaktır.
Her yazar kendine has bir üslup ve dil yaratmak ister.
Sizin metinlerinizde dönemin de bu dil ve üslup üzerinde etkisi
olduğunu görüyoruz. Romana hazırlık sürecinizde dil ve dönemle
ilgili nasıl bir hazırlık yapıyorsunuz?
Konuşulan dilin o dönemin havasını taşıması elbette önemlidir.
Burada benim amacım, okura bu hissi vermenin ötesine geçmemektir.
Çünkü tamamen o dönemin sözcüklerini kullanma çabasına girişmek,
hem çok zahmetli hem de özellikle genç okurları kaybetme riski
taşıyan bir süreç olur. Bu noktada, herkesin bildiği, örneğin
‘kimlik’ ve ‘hüviyet’ gibi sözcüklerden ikincisini kullanmak ve
yaşlı karakterleri bir miktar daha eski sözcük ile konuşturmak gibi
şeyler denemenin yeterli olacağı kanısıyla çalıştım. Şu ana kadar
olumlu geri bildirim aldım.
KURGUYLA GERÇEK ARASINDA POLİSİYE…
Yine romanlarınızda dönemine damga vuran meseleleri ele
alıp toplumsal meselelere değiniyorsunuz. Kurmacayla, gerçeklik
arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?
Kurguyla gerçek arasındaki dengeyi oluştururken, öykünün odağına
herkesin bildiği bir olgu veya olayı oturtmak önemlidir. Bunun
okura nasıl açıklanacağı, kurgu içinde yazara kalmış bir husustur.
Ancak en nihayetine okura öyküde gerçeklik hissini verecek olan bu
olay veya olgu olacaktır. Bu olayın etrafına o dönemin hayatından
kesitler, kişiler ve fikirler serpiştirilebilir. Dönem romanı
yazmanın bir avantajı, yaşanmış olaylara, üzerinden zaman geçmiş
olduğu için yargı getirmenin daha kolay olmasıdır. Yazar bu hususu,
kendi fikirlerini veya karakterlerinin farkını ortaya koymak için
kullanabilir. Kanımca, Varlık Vergisi bu konuda çok güzel bir örnek
oluşturmaktadır.
Talihsiz Bir Hadise- Bir Cemil Arıkan Macerası, Burak
Akgüç, 204 syf., Oğlak Yayınları, 2024.
‘Talihsiz Bir Hadise’de casusların cirit attığı bir
İstanbul’u takip ediyoruz. Casus romanları dünyada bir dönem çok
ilgi çekmiş, Türkiye’de kimi mahlasla kimi gerçek isimle
yayımlanmış birçok roman okurla buluşmuştu. Sizi casusluk hikayesi
anlatmaya iten ana saik neydi?
Benim amacım, savaş dönemi İstanbul’unu anlatmaktı. Bunu
yaparken, Savaş’ın içindeki önemli unsurları kullanmaya çalıştım.
Casusluk da bunlardan biriydi. Zaman geçtikçe, İstanbul gizli
servislerin ve dolayısıyla casusların adeta cirit attığı bir şehir
haline gelmişti. Üçüncü roman bu olguyu işlemekteydi. İlk roman,
İstanbul’daki Bizans mirası ile Hitler’in okültizme olan
düşkünlüğünü ele almaktaydı. İkinci romanda, İstanbul’un otuzlu
yıllarda bir eroin merkezi oluşu ve bundan kurtulma çabaları ile
Nazilerin üstün ırk doktrininin bizdeki etkilerini bir öyküde
harmanlamaya çalıştım.
Talihsiz Bir Hadise, romanınızda sinematografik ögeler
oldukça yoğun. Edebiyatınızın beslendiği kaynaklar
neler?
Romancılığa başlamadan önce senaryo yazma çalışmalarım oldu.
Bunun çok faydasını gördüğümü düşünüyorum. Herhangi bir sekansı
yazarken, onu bir film sahnesi olarak düşünmeye çalışırım. O
sahnede gördüklerimi kaleme alırım; örneğin sahne bir evin içinde
geçiyorsa, yazıda yer verdiğim eşyalar ve onların görüntüleri veya
karakterlerin hareketleri, sadece gözümde canlandırdıklarımdır.
Uzun tasvirlerden kaçınırım. Sanırım bu, yazdıklarımın daha bir
görsel nitelik kazanmasına yol açıyor.
Üretken bir yazarsınız. Görece kısa sayılabilecek bir
zamanda üç roman yayımladınız. Haliyle merak uyandırıyor: Yıllarca
heybenizde biriktirdiklerinizden mi harcadınız yoksa hikaye, yeni
bir hikayeyi mi doğurdu?
İkinci Dünya Savaşı, öteden beri ilgi duyduğum bir konuydu.
Savaş yıllarındaki İstanbul’u anlatan kitapları da merakla okudum.
Türkiye ve İstanbul tarihi hakkında da yazarken araştırma yaptım.
Bütün bunlar bir araya gelince, haliyle insanda fikir oluşuyor.
Burada belirleyici olan, Türkiye ve İstanbul için önemli olan bir
olayı, İkinci Dünya Savaşı’nın önemli olgularından biriyle
harmanlayabilmek. Kronolojik bir sıra takip ediyorum ve henüz daha
1941 bitmeden üç roman yazabildim. Ancak yazdıkça, doğal olarak
seçenekleriniz azalıyor.
Türkiye’de polisiye, çoksatar birkaç isim dışında
görülmeyen bir türdü fakat özellikle son yıllarda çok iyi isimler
bu önyargıyı kırdı. Bu ön yargının kırılmasıyla ilgili ne
düşünüyorsunuz?
Benim güncel olarak polisiye romanlarda gördüğüm, polisiye kurgu
içinde daha geniş bir perspektife dokunuyor olmaları. Esasen ben de
aynı şeyi yapmaya çalışıyorum. Polisiye kurgu içinde, dönem
romanları yazma gayreti içindeyim. Böyle olunca daha özgün şeyler
ortaya çıkarma ve daha geniş bir okur kitlesine ulaşma şansı
artıyor.
Önümüzdeki günlerde okurlarınızı bekleyen yeni
çalışmalarınız neler olacak?
Cemil Arıkan serisinin dördüncü romanı üzerine hazırlık
çalışmalarımın sonuna geldim. Yine savaş yıllarında geçiyor. Çok
yakında yazmaya başlayacağım.